Misir unu ve saz arkadaslari
Ne zamandir gonlumde kocaman bir tabak dolusu, kendini adeta intihar edercesine misir ununa atip, saga sola debelenmis, nar gibi yagda yuzerek kizarmis, sonra muptezelligi tutup limon suyuna uzanmis, o da yetmezmis gibi mahallenin kivircik salatasina askinti olup, ince kiyilmis dereotu, yosma bakislariyla kirmizi sogan, domates ve salataliklar esliginde, lokum gibi agizda eriyen hamsiler cirit atiyor.
Oyle ki, kendimi ya girgir aginin orta yerine kaldirip atasim var, ya da “pece“nin kiyisina, limanda goz hakkini bekleyen kediler gibi tutunasim var.
Aslina bakarsaniz, bu yazida misir ununu anlatacaktim, ama misir unu deyince, aklim uctu, bir an kesif bir koku gecti anilardan burnumun diregini sizlatarak, hamsiler yazilmasaydi olmazdi, birseyler yarim kalirdi. Hicbir zaman tabagini yarida birakmamis ellere yakismayacakti cumleler.
Hamsi’nin, gece karanliginda ay’in, denize dusmus gumus yol gibi izdusumu misali parlayan sirti kadar cekici ne olabilir!.. Bosa dememis Orhan Veli ;
“Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
(….)
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama…
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!“
Yetmez! Bunlar yetmez gonlumdeki cirit atan hamsilere..
Herseyi dun gibi hatirliyorum. O misir ekmegi var ya, o misir ekmegi! Cok uzun yillar onceydi ve ben bu aska tutulmadan onceydi. Aksam karanliginda kapiyi tiklatan, yanaklari daima gurbuz komsumuzun , yarim dunya seklindeki sirin mi sirin, ansizin tutup sariliverip, kucaklamak isteyeceginiz bedeniyle nefes nefese kalmis halde, ustune sinmis sicakligini henuz yitirmemis, koyu altin sarisi dilimleri ustuste dizip, elinde tabakla esikten iceri girivermesiyle basladi hersey, “tutuver kuzum!” deyip tabagi elime tutusturmustu, bir yandan da elini kapi kirisine yaslayip, bir sag’a, bir sol’a egilip terlikleri giyerken. Yalnizca birkac saniye icinde gelisti bu bitmeyen ask!
Eski adetti, eve gelen insana yon belirleyici karayollari tabelalari misali, anneniz gozlerini tek yon bir yana devirip, misafir terliklerini gelen kisinin ayaginin onune uzatilmasi gerektigini anlatmasi, yeni yetismekte olan bir cocuk olarak, eger hala ne denmek istedigini anlamadan, koyun gibi siritan bir gulumseyisle bakmaya devam ediyorsaniz, bu kez anneniz tek kasini havaya kaldirip, sollamaya niyetlenmis, gecmis yillarin salon- salonmanje tabir edilen, gozde Plymouth’lari misali, cunku onlar da genis olduklarindan sollamaya cikarken, henuz otobana bulanmadigimiz donemlerde, parke tasli caddelerimizde, hafiften bir tarafa egilirlerdi zaruretten..Gozum ciksin ki zaruretten, yoksa o kadar kisilikli arabalardi ki, yayila yayila otururdunuz koltuklarda…Annenizin kas kaldirirken, tipki Plymouthlar gibi, o milimetrik kafa egisini nasil becerdigini, kacinci bucuk dereceyi kullandigini yillar sonra dahi anlayamazsiniz bazen. Ben hala cozemedim.
Ne zaman ki terlikler olmasi gereken sekilde, yukaridan atilmadan, egilip gereken bolgeye uzatilir simetrik sekilde, tekrar dogruldugunuzda annenizin asayis berkemal gulumsemesini gorunce, tekrar koyun gibi siritan gulumsenize kaldiginiz yerden devam edersiniz. Ve nihayet sevgili komsumuz, tamamiyla koridora ayakbasti girisi yapmis oldugundan, mutfak masasina ilisip, adeta ayakbasti vergisi misali “Kuzum, bir bardak su verir misin” der, eliyle gogsunu hafiften acip kendini yellerken. Ve anneniz pirinc degirmenini kapip, kahve yapmaya koyulur.
Iste boyle bir gunde basladi misir ekmegiyle tanismam, sonra ogrendim ki, eski yavuklusuymus hamsi, ama gonul bu, ferman dinler mi, o koku, o doku, o renk, o lezzet her ne ise , bastan basa bulanip dusmek istiyorsa duser ask’a, ne gam! Lafi fazla uzatip daraltmadan, baska bir yazida bulusmak uzere, az ama oz cinsinden, dopdolu tatlar esliginde, hos bakin kendinize.
Omur kumbarasinda biriktirdigim kokulari naftalinlemeye gidiyorum, izninizle efendim,